İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ YASASI KİMİN İÇİN? İŞÇİ İÇİN Mİ, İŞVEREN İÇİN Mİ?
Her geçen gün yeni iş kazalarına ve iş cinayetlerine tanık oluyoruz. Sadece son 6 ayda kayda geçen 366 iş cinayeti meydana gelmiştir. Buna neden olarak da bir iş sağlığı ve güvenliği yasamızın olmaması gösterilmiştir.
İşçi Sağlığı ve Güvenliği Yasası Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Ancak yasanın adı var kendisi yok. Çünkü sistemin hizmetkarları neoliberal taşeronlar, yasanın yürürlüğe girmesini, 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinde çok tehlikeli işlerde 1 yıl, tehlikeli işlerde ise iki yıl ertelemişlerdir. Bunun anlamı işçilerin iki yıla kadar yasaya değil, Allaha emanet edildiğidir.
Yasa, iş cinayetlerine ve meslek hastalıklarına çare olmaktan çok uzaktır. Kapsam genişletmenin dışında yeni bir şey getirmemiştir. Tek fark, dağınık mevzuatlardaki hükümler bir metinde toplanmıştır. Müstakil bir yasaya kavuşmak sorunu ortadan kaldırmayacaktır. Çünkü yasa sistemin devamına yönelik önlemlerle donatılmıştır.
Her ne kadar yasanın kapsam alanı genişletilmişse de, belli gruplar yok sayılmıştır. Özellikle göze pek görünmeyen ama kaza ve ölüm oranları gittikçe artan ev eksenli çalışanların durumu nedense göz önünde tutulmamıştır. Hükümlü ve tutukluların, kendi nam ve hesabına çalışanların, kolluk güçlerinin kapsama alınmaması ve istisna olarak görülmesi, sosyal devlet ilkesine ters düşmektedir. Anayasa’nın devletin herkesin can ve mal güvenliğine yönelik hükümleri yok sayılmıştır. Kısaca sosyal devlet değil, kapitalist devlet mantığı ile hareket edilmiştir.
Devlet tarafından işverene sağlanacak katkılarda işçinin parası işverene peşkeş çekilecektir. Giderler SGK tarafından , işçiler adına yatırılan iş kazası ve meslek hastalığı bakımından kısa vadeli sigorta kolları için toplanan paradan karşılanacak. Devlet hazinesinden karşılamak yerine işçinin alın terine göz dikilmiştir.
Yasada İşverene ait olması gereken sorumluluk iş güvenliği uzmanlarına ve işçilere aktarılmış. İşveren neredeyse maddi cezalarla terbiye edilmeye çalışılmıştır. Bu tür bir uygulamanın caydırıcı olmadığı bilinmektedir.
Ülke genelinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili politika ve stratejilerin belirlenmesi için tavsiyelerde bulunmak üzere Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi kurulmuştur. Ancak yaklaşık 25 kişilik Konseyde, sadece üç işçi temsilcisine yer verilmiştir. Bu üç üye de “en fazla üyeye sahip sendika üst kuruluşları” olarak ifade edilmiştir. Bu üst kuruluşların da ne kadar işçi tarafı da olduğu ayrıca sorgulanır niteliktedir.
Yasa koyucu da iş kazalarının asıl sebebinin mevzuat olmadığının farkındadır. İş kazalarının asıl nedeni neoliberal politikalar ve onun uygulamalarıdır: özelleştirmelerdir, taşeronlaşmadır, sendikasızlaştırma ve kuralsız esnek çalışmadır. Asıl mücadele alanımız bunlardır. Neoliberal politikalarla mücadele edilmeden bir kazanım elde edilemez.
İş sağlığı ve güvenliği konusunda sürekli işçi eğitiminden bahsedilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, işçiler bu senaryonun kurbanlarıdır, hedefleridir. Sorunun baş aktörleri ve kaynağı işverenler yani sermaye ve onların taşeronları politikacılardır. Bu nedenle önerimiz, öncelikle işverenlere ve politikacılara iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin verilmesidir. Çünkü öncelikle onların bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Sadece Anayasa metninde yazıyor diye sosyal bir hukuk devlet olunamayacağı gibi, müstakil bir iş sağlığı ve güvenliği yasasının olması da iş cinayetlerine ve meslek hastalıklarına çözüm olmayacaktır. Bu tür metinlerin öncelikle uygulayıcıları ve yapıcıları tarafından içselleştirilmeleri gerekmektedir.
Bu bir işçi uyarısıdır. Eğer siyasiler ve işverenler bunun önlemini almazlarsa, bu konuda ve diğer emek sorunları ile ilgili duyarlılığı göstermezlerse, Türkiye işçi sınıfı, sahip olduğu ama bir türlü kullanma gereği duymadığı üretimden gelen gücünü kullanacaktır, kullanmaktan çekinmeyecektir. Bu gücün önünde hükümet ve işçi örgütlerini pasifize etmeye çalışan konfederasyonlar bile duramayacaktır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
LİMAN-İŞ SENDİKASI
MERKEZ YÖNETİM KURULU