21. yüzyılda ön plana çıkan en önemli demografik olgulardan biri nüfusun yaşlanmasıdır. Bütün dünyada insanlar daha uzun yaşamakta, doğum oranları azalmakta ve dolayısıyla yaşlı nüfus sayısal ve oransal olarak artmaktadır. Nüfus yaşlanması, sağlıktan sosyal güvenliğe, çevresel konulardan eğitim ve istihdama, sosyo-kültürel faaliyetlere ve aile hayatına kadar bütün toplumsal alanlarda etkili olmaktadır.
İlk planda gelişmiş ülkelerde daha görülür olan yaşlanma olgusu, bu ülkelerde olduğu kadar, gelişmekte olan ülkeler açısından da önemle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Yapılan araştırmalar ülkemizin de yeni bir demografik yapıya geçmekte olduğunu göstermektedir. Yakın bir gelecekte yaklaşık 2,2 olan toplam doğurganlık hızının yenilenme düzeyine inmesi ve bunun bir sonucu olarak da; çocuk ve genç nüfusun zaman içerisinde azalarak, yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki payının artması öngörülmektedir.
Gelişmiş ülkelerde nüfus yaşlanmasının sosyo-ekonomik yapıya olan etkileri üzerine birçok değerlendirme ve çalışma yapılmakta; yaşlı nüfusun sosyal yaşamdan koparılmadan, hayatlarını devam ettirmelerine yönelik çalışmalar önem kazanmaktadır. Türkiye’nin, nüfusundaki değişimleri ve bu değişimlerin yansımalarının iyi değerlendirilmesi, yaşlanma olgusunun etkilerinin, ülke için sorun haline gelmeden çözülmesini sağlayacaktır. Türkiye’de 2008 yılında yüzde 7 olan 65 yaş ve üzeri nüfus oranının 2050 yılında yüzde 17,9’ya ulaşacağı düşünüldüğünde; yaşlanma ile ilgili politikaların tüm toplumsal yapıyı içerecek biçimde şekillendirilmesi zorunluluğu daha net anlaşılacaktır.
Bir ülkenin demografisi ve nüfus yapısı sosyal, ekonomik, kültürel yapılarını etkileyen ve şekillendiren en önemli yapı taşıdır. Toplumların güncel ve geleceğe yönelik planlamalarını doğrudan etkilediği gibi politik, kurumsal tüm sürecin işleyişinde de rol oynamaktadır. Dolayısıyla nüfusun yaşlanması, mevcut ekonomik ve sosyal sistemi derinden etkilemekte, tartışmalara ve çözüm arayışlarına neden olmaktadır.
Yaşlılık ve Yaşlanma
Kültürel yaşanmışlıklar ve değişken toplumsal yapıların farklılıkları nedeniyle; çok farklı yaşlılık tanımlarının yapıldığı görülmektedir. Bazı toplumlarda yaşlılık, olağan bir süreç olarak değerlendirilmekte iken, bazılarında ise sorun olarak görülmüştür (İçli, 2004: 5).
Tarihsel gelişim süreci içerisinde, toplumun diğer fertleri ile aynı haklara sahip olarak görülmeyen yaşlıların, 16.-17. Yüzyıllarda sakatlarla aynı anlamda değerlendirildikleri, 20. Yüzyıla kadar toplumsal yapının dışında bırakıldıkları görülmektedir. Saygı duyulmayan, herhangi bir değer atfedilmeden, görmezden gelinen yaşlılığın, sosyal içerikli bir fenomen olduğu düşüncesi, daha sonra benimsenmeye başlanmış ve emeklilik sigortalarının başlamasıyla beraber; takvimsel olarak belirlenen, yaşa bağlı bir dönem olarak görülmeye başlanmıştır (Tufan, 2002: 20). Netice olarak; yaşlıların gündelik yaşamda görmüş oldukları itibar, her dönemde mensup oldukları sınıf, cinsiyet ve mal varlıklarına göre değişim göstermiştir.
Bu noktada yaşlılık ile yaşlanma kavramları arasındaki anlam farkını ortaya koyarsak; yaşlılık, daha çok bir durumu, bir olguyu ve toplumda belli bir yaşın üzerinde olanları ifade eder. Yaşlanma ise, sadece biyolojik bir durum değil aynı zamanda toplumsal boyutları olan bir durum ve süreci de ifade etmektedir. Yaşlanma, yaş alma anlamıyla, doğuştan itibaren başlayan bir süreci ifade etmektedir. Yaşlanma, doğumdan ölüme kadar olan insan ömründe, ölümden önceki dönemi tanımlamak için kullanılırken, yaşlılık, bedenin performansının, canlılığının sona ereceği en yakın dönemi ifade eder.
Önüne geçilmesi mümkün olmayan biyolojik, kronolojik, sosyal yönleri ile sorunları olan bir süreci tanımlayan yaşlılık, fizyolojik bir olay olarak ele alınıp, fiziksel ve ruhsal güçlerin, bir daha yerine gelmeyecek şekilde kaybedilmesi, organizmanın, iç ve dış etmenler arasında denge kurma potansiyelinin azalması, kişinin fiziksel ve ruhsal yönden gerilemesi olarak tanımlanabilir (Bilginer, Apani, Tuncer, 1996: 169-170).
Sosyal bir risk olma yönüyle, yaşlanma ve yaşlılık, fizyolojik bir olgu olup, başlangıçtaki fiziki yetersizlikler, zaman içinde psikolojik alandaki gerilemelerle birlikte, sosyal ve ekonomik yaşantıda olumsuzluklara sebep olmaktadır. Böylece yaşlılık, hayatın her alanında yaygın bir kayıp duygusunun yaşandığı, fertlerin; bedeni, psikolojik ve sosyal yönden özerkliklerini yitirip, yeniden bağımlı duruma geçtikleri bir dönem olarak da tanımlanabilmektedir (Seyyar, 2002: 672). Bağımlı konuma geçen yaşlının çalışma hayatı bakımından karşılaşacağı sonuç ise; verimliliğinin azalması ve emekli konumuna geçmesidir (Konak, Çiğdem, 2005: 26).
Genel olarak yaşlılık tanımı yapılırken belli bir yaş ölçüt olarak alınmaktadır. Başlangıcı 60-65 yaş olarak kabul edilen, biyolojik ve duygusal olarak değişmelerin meydana geldiği dönem; yaşlılık olarak adlandırılmaktadır. Yaşlanmayla birlikte; insan vücudunda yapısal ve fonksiyonel anlamda meydana gelen değişmelere biyolojik yaşlılık, kişinin kendini yaşlı hissetmesiyle, yaşam görüşünün şeklini değiştirmesine de duygusal yaşlılık denilmektedir. Aynı yaşta olan bireylerle karşılaştırıldığında; toplum içerisinde fonksiyonların devam ettirilememesi ise, fonksiyonel yaşlılık olarak tanımlanmaktadır (Oktik, 2004: 14). Sosyal, kültürel ve biyolojik yönlerden birbirleriyle ilişkili bir süreci ifade eden yaşlılık ile ilgili çalışmalar; yaşlılığın başlangıcını, kronolojik yönüyle yapılan tanımlamalarda, Dünya Sağlık Örgütü; 65 yaş, Birleşmiş Milletler ise, 60 yaşı, sınır olarak ele almaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün yaşlılık tanımlamasında üç dönem esas alınmaktadır.
65-74 yaş genç yaşlılık
75-84 yaş ileri yaşlılık
85+ çok ileri yaşlılık, olarak adlandırılmaktadır ( Dünya Sağlık Örgütü,1999; Önal,2006;5-6). Ve 65 yaş üzeri, demografik açılardan, bağımsız konumdan bağımlı konuma geçiş dönemi olarak kabul edilmektedir ( DSÖ, 1999 Raporu).
Diğer taraftan Birleşmiş Milletler, yaşlılık başlangıcı olarak 60 yaşı kabul etmekte ve, yaşlılık dönemlerini üç gruba ayırarak; ( Döner,2006;6).
60-69 yaş genç yaşlılık
70-79 yaş ileri yaşlılık
80+ yaş çok ileri yaşlılık
şeklinde kategorize etmektedir.
Toplumsal Yaşamda Yaşlıların Yeri ve Yaşlı Ayrımcılığı
Dünyada yaşlıların, yaşamakta oldukları toplum içerisindeki konumları , o toplumun ekonomik , sosyal ve kültürel özelliklerine göre farklılık gösterebilmektedir. Bazı toplumlarda tamamen izole edilmesi gerekenler biçiminde değerlendirilerek gereksiz bir yük muamelesi göstermekte, bazı toplumlarda ise tecrübe ve bilgeliklerinden yararlanılması gereken değerler olarak nitelendirilmektedirler. Örneğin; Japonya gibi geleneksel toplumlarda yaşlı bireylere hürmet edilerek bilgelikleri, bilgi birikimleri ve tecrübelerinden yararlanılmakta ve yaşlının sosyal statüsünün daha yüksek olduğu gözlenmektedir. İngiltere’de ise yaşlılar “değersiz, tuhaf, yetersiz, güçsüz” kişiler ya da “tecrübeli, yumuşak huylu ve olaylar karşısında sözü dinlenen bilgin” kişiler olarak görülmektedir. Türk kültürüne bakıldığında yaşlı bireylere saygı onların sözlerinin dinlenmesi ve onlara sahip çıkılması hem geleneksel hem de değişmez bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak; kentleşme, göç, ekonomik sıkıntılar, kadının çalışma hayatına girmesi, sosyal yaşamın değişmesi ile yaşlı bireylerin saygınlık ve statülerinde değişime yol açmıştır. Özellikle büyük şehirlerde yaşlı bireylerin bakımı ile ilgili sorunları gündeme getirmiştir (Akdemir vd./ 2007; 216).
Tarihsel gelişim süreçlerinde, kültürel ve sosyal farklılıklarına göre toplumda yaşlıların konumlarının değişiklik gösterdiği görülmektedir. İşbölümü ve uzmanlaşmanın gelişmediği, ekonomik yaşam içerisinde insanların basit araç-gereçler kullandığı geleneksel toplumlarda kendi kendine yetme düşüncesi hakimdir. Bu toplumlarda norm ve değerler genellikle sürekliliğini koruduğundan dolayı, değişim çok az gözlenmektedir. Bu norm değerler bu toplumlarda sorgulanamazlar. Kollektif bilincin hakim olduğu geleneksel toplumlarda “biz” duygusu hakimdir ve organizasyonun temelli kan bağına dayanmaktadır. Bu toplumlarda statü, yaş, cinsiyet ve soy belirleyici olduğundan dolayı yaşlılık statü belirleyicisidir. Özellikle toprağa bağlı üretim biçimlerinin egemen olduğu toplumda yaşlılar avantajlı konumda bulunmaktadırlar. Yaşlıların bilgi ve tecrübeleri karar alma aşamasında aktif rol oynamalarını sağlar. Aynı zamanda yaşlılar, dinsel, törensel pratiklerde de yol göstericidirler. Sanayileşme ile birlikte modern toplumsal yapıların ortaya çıkması, yaşlıların toplumsal yaşam içindeki rol ve statülerinde olumsuz bir gelişme yaşanmasına neden olmuştur (Er,2009;141). Yaşlıların gelişen toplumlarda “yapabildikleri” ile teknolojik gelişim hızı ve olanakları paralel olmamaktadır. Bu değişim hızına yetişemeyen, beklentileri karşılayamayan yaşlı bireyin, zamanın gereklerine ayak uyduramadığında, güvenlik, saygı, tanınma gibi gereksinimleri tehdit altına girmektedir (Çilingiroğlu, Demirel, 2004: 225-230). Bu nedenle dünya genelinde nüfusun artması sorunsalı, beraberinde yaşlı bireylerin bakımı konusunu ortaya çıkarmıştır. Sanayileşme ve kentleşme sonucu aile kurumunun küçülmesi batı ülkelerinde yaşlı bireylerin büyüyen sorunlarını daha kolay ve ucuz çözümlemek için yeni kurumlar oluşturulmuştur (Aykan, Wolf, 2000; 398).
Yaşlının toplumsal yaşam içindeki yeri açısından belirleyici bir kavram olarak modernite üzerinde kısaca durmak bu noktada faydalı olacaktır.
Modernleşme kuramı, yaşlıların rolünün ve statüsünün ters orantılı olarak teknolojik ilerlemelerle bağlantılı olduğunu ileri sürer. Touraine; modernliği akılcı, bilimsel, teknolojik ve idari etkinliğin ürünlerinin yaygınlaştırılması olarak tanımlamış ve bu sürecin, toplumsal yaşamın çeşitli bölümlerinin giderek farklılaşmasını da içerdiğini belirtmiştir. Farklılaşan bu bölümler ise siyaset, ekonomi, aile yaşamı, din ve sanattır (Touraine, 1991: 23).
Bir diğer tanımlamada modernleşme, gerek ticaret ve gerekse endüstrileşme ile birlikte insan ilişkilerinde ortaya çıkan farklılaşmaların yeniden örgütlenmesidir (Wagner, 1996: 45).
Sonuç olarak, teknoloji ve tarım dışı üretim temeline dayalı olarak farklılaşmış toplumsal öğelerin yeniden örgütlenmesi sürecinde, kentleşme ve sosyal hareketlilik gibi faktörler ailenin küçülmesine ve parçalanmasına neden olmuştur. Sanayileşme ve çocuk merkezli gibi bir toplumun ekonomik kalkınmasına eşlik eden sosyal değişimler, daha öncede belirtmiş olduğumuz gibi, yaşlı insanların becerilerini gereksiz duruma düşürerek dışlanmaları sonucunu doğurmuştur. Endüstrileşme ve kentleşme sürecine bağlı olarak, toplum ve aile yapısında hızlı ve köklü değişimler yaşanmasına neden olmuş, masif toplumda var olan geniş ailenin yerini çekirdek aile almıştır. Geniş aile yapısı içerisinde önemli bir yere oturan yaşlıların konumu, çekirdek aile yapısında değişmiştir. Çekirdek aile yapısında, geleneksel aile yapısından farklı olarak bireyler daha küçük yerlerde ayrı yaşamaya başlamışlardır. Çekirdek aile yapısı, geleneksel ailedeki bağları ve yardımlaşmayı zayıflatarak konumuz itibarı ile yaşlılarla olan sıkı bağları ortadan kaldırmıştır. Bunun sonucu olarak yalnızlaşan ve eski statüsünü kaybeden yaşlı daha zor yaşam koşulları içinde kalmaya başlamıştır. Sonuçta, kentlerde bulunan yaşlıların yaşam düzeyi, ekonomik imkânlarına bağlıyken, kırsal bölgelerdeki yaşlıların fiziki durum ve çalışma güçleri yaşam düzeylerini belirlemeye başlamıştır. Dolayısıyla yaşlıların sosyal ve ekonomik sorunları artmıştır. Özellikle, her geçen gün değişen şartlar altında aile üyelerinin yaşlıları bir maliyet unsuru olarak görmesi, yaşlılar üzerinde büyük bir psikolojik baskının da ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Powell, 2005: 1).
Yaşlı Ayrımcılığı
Zayıflık ve muhtaçlık kavramlarıyla özdeşleştirilmiş görülen yaşlılık, bu bakış açısıyla, bireysellik, bağımsızlık ve insan onuru kavramlarıyla çatışmaktadır. Yaşlı ayrımcılığı kavramını ilk kez 1969 yılında Amerika Ulusal Yaşlılık Enstitüsü başkanı Robert Butler kullanmıştır. Gerentolog Butler, yaşlı ayrımcılığını; yaşlı insanlara yönelik bir ayrımcılık, ırk ayrımcılığı ve cinsiyet ayrımcılığı gibi, eyleme dönüşebilen bir ideoloji türü olarak tanımlamıştır. Bu ayrımcılık, ileri yaştakilere yönelik önyargıyı tutum ve davranışlar aracılığı ile ifade eden bir terimdir. Ancak yaşlı ayrımcılığı (ageism), diğer ayrımcılıklardan farklıdır. Irk, cinsiyet ayrımcılığına ilişkin tutum ve davranışları bulunan bir kişi, kendi ırkının ya da cinsiyetinin değişmeyeceğinden emindir. Ancak yaşlı ve yaşlılığa karşı olumsuz yargı ve davranışları olan bir kişi, yaşam döngüsünün ilerlemesiyle birlikte yaşlanacağını ve erken yaşta ölmedikçe bütün yaş gruplarından geçeceğini bilir (Erdemir, 2002: 78). Yaşlı ayrımcılığının gelişmesinde rol oynayan faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz;
- Bireylerin ölüme karşı bilinmezlikten duydukları korku; ölüm, kişinin yaşam döngüsün dışında tutulmakta ve yaşamın doğal bir sonucu olduğu unutulmaktadır. Hatta ölüm ile yaşlılık eş anlamlı olarak kavramsallaştırılmaktadır. Yaşlı Ayrımcılığı, gençlerin ve orta yaştakilerin, güçsüzlük, işe yaramazlık, hastalık ve ölümle ilgili korkunun dışa vurumu ile şekillenmektedir (Çilingiroğlu/Demirel, 2004; 229).
- Gençlik, bedensel güzelliğe verilen önem; politik alandan medyaya; eğitimden yönetime kadar her alanda gençlik, dinamizm, üreticilik ve bireysellik gibi kavramlar teşvik edilmekte; fiziki görünüm ve gençlikleri; kimliklerinin bir parçası olan toplumlarda yaşlılık, güven azaltıcı ve yaşlılığa karşı olumsuz tutumlar geliştirilmesine neden olmaktadır (Palmore, E.B; 1999; 5-7).
- Yaşam döngüsü, çocuklar ve yaşlılar için verimliliğin olmadığı ve üretime katkılarının olmadığı dönemi ifade etmektedir. Bu dönemde orta yaştaki bireylerin, çocukların ve yaşlıların ihtiyaçlarını ve bakım gereksinimlerini karşıladıkları kabul edilmektedir. Çocuklar geleceğe yönelik bir yatırım olarak görülürken, yaşlılar; ekonomik verimliliklerini geride bırakmış yük olarak görülmektedir (Palmore,1999; 10).
- Yaşlı bireylerle ilgili yapılan araştırmalarda huzurevi, bakımevi, hastane gibi kurumlar ön plana çıktığı için, toplumun yaşlıları sürekli bakıma muhtaç olarak algılamalarına neden olmaktadır (Becca vd.,2004; 55 -56).
Yaş ayrımcılığının olumsuz etkileri, işyerindeki ayrımcılık, sağlık ve bakım sistemindeki yanlılık, sosyal önyargılar ve taraf tutmada kendini gösterir. Yaşlının yanlış karakterizasyonu sonucu “yaşlı; hasta, cinsiyetsiz, çirkin, güçsüz ve zihinsel olarak yetersiz” biçimde olumsuz değerlendirilmelere maruz bırakılmaktadır. Bu tür ayrımcılık nedeniyle toplumların birçoğu genel olarak yaşlı ve yaşlılığa karşı olumsuz önyargılar taşımaktadırlar. Bu olumsuz “sterotipik” yaklaşıma yaşlı ayrımcılığı denilmektedir. Genellikle kronolojik olarak kavramsallaştırmaya dayanan yaşlı ayrımcılığı, yaşlandıkça oluşan yetersizliklerin, sınırlılıkların ve olumsuz değişikliklerin yorumlanması olarak da tanımlanmaktadır (Erdemir, 2002: 112-114). Bu önyargılar ve tutumlar nedeniyle, ayrımcılığa maruz kalanların muamele ve saygı eşitlikleri ihlal edilmiş olmaktadır. Ayrımcılığa maruz kalarak dışlanan bireylerin fakirlik ve yoksullukla karşılaşma olasılıkları yükselmektedir.
Her yaşlı ayrımcılığının dayandığı teorik temeller ve bunlara ilişkin yapılan birçok araştırma sonucu, yaşlılara yönelik olumsuz yaklaşımlara neden olan önyargıların genel ve geçer bir düzeyde olmadığını göstermektedir. Ancak yaşlılık döneminin bir “kriz” değil, bir “fırsat” dönemi, olarak görebilmek ve topluma benimsetebilmek için medyada, popüler kültür ve eğitim kurumlarında başta olmak üzere her platformda olumlu sterotiplerin yansıtılmasına yönelik çalışmaların yapılması yaşlanan dünya nüfusu, ve yaşlı topluma ait sosyo-ekonomik yapıların inşa edilmesi, yaşlanmanın olumsuz etkilerinin önlenmesi için gerçekçi bir altyapı hazırlanmasına imkân tanıyacaktır.
KAYNAKÇA
AYKAN, H. Ve WOLF, D. A., Traditionality, Modernity on Household Composition, Research on Ageing, Vol: 22, No: 4. , 2000
İÇLİ, Gönül; “Huzurevinde Kalan Yaşlılar Üzerine Bir Araştırma”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Sosyoloji Derneği, Türkiye, 2004.
TUFAN, İsmail; Antik Çağdan Günümüze Yaşlılık, Aykırı Yayıncılık, İstanbul, 2002.
BİLGİNER, B., TUNCER, A., APERİ, E.; “Adana Huzurevi ve Yenibaraj Sağlık Ocağı Bölgesindeki 65 Yaş ve Üzeri Yaşlıların Demografik Özellikleri, V. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi, Bildiri Kitabı, İstanbul, 1996.
SEYYAR, A.; Sosyal Siyaset Terimleri, Ansiklopedik Sözlük, 1. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları, 2002
KONAK, A., ÇİĞDEM, Y.; “Yaşlılık Olgusu: Sivas Huzurevi Örneği”, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2005, C. 29, No. 1
OKTİK, N.; Huzurevinde Yaşam ve Yaşam Kalitesi, Muğla Örneği, Muğla Üniversitesi Yayını, Muğla, 2004
ÖNAL, A.E.; Geratoloji Demografik Özellikler Epidemiyolojik Ölçütler, İstanbul Tıp Fakültesi, HSADD, 2006
DÖNER, B., Demografik Dönüşüm ve Bakım Hizmetleri, 2006
AKDEMİR, N., ÇINAR, F., GÖRGÜLÜ, Ü., “Yaşlılığın algılanması ve Yaşlı Ayrımcılığı” Türk Geriatri Dergisi, C.10, S4, 2007.
ER, Dilek; ‘Psikososyal Açıdan Yaşlılık’ Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi , Cilt.4 Sayı 11 – 2009
ÇİLİNGİROĞLU, N., DEMİREL, S.; Yaşlılık ve Yaşlı Ayrımcılığı, Geriatri, 2004: 7 (4); 225-230.
PALMORE,Erdman B.; Ageism, Negative and Positive , Springer Publishing Company, Second Edition , New York – 1999
BECCA, Levy and MAKJARIN, R., Banaji; “Implicit Ageism” Ageism Streotyping and Prejudice Against Older Presons, (Ed. Todd D Nelson), First MH Pres Paperback Edition, 2004, Massachusetts Institute of Technology 2002.
ERDEMİR, F.; “Sağlıklı Yaşlı ve Yaşlılıkta Yaşam Kalitesinin Önemi”, I. Ulusal Geriatri Kongresi Kongre Kitabı, Türk Geriatri Vakfı, Ankara, 2002
PALMORE,Erdman B.; Ageism, Negative and Positive , Springer Publishing Company, Second Edition , New York – 1999
POWELL, L.J.; Aging and Familiy Policy: A Sociological Excursion, Journal of Sociology and Sociowelfare, June, 2005.
TOURAINE, A., Return o the Actor Social Theory in Post Industrial Society, Minesota Press, Minesota, 2004
WAGNER, Peter; Modernliğin Sosyolojisi, Çev. M. Küçük, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1996